1 .2 .3 .5 .6 .7 .8 .9 .10 .11 .12 .13 .14 .15 .16 .17 .18 .19 .20 .21 .22 .23 .24 .25 .26 .27 .28 .29 .30

Kısacası, Türklerde bodun veya millet, birlikte yaşama arzusu gösteren, siyasî bir teşkilâtlanmaya
sahip hür ve müstakil topluluktur. Ortak hedef ve gayeleri olan insanlar, elbette aynı tarih, kültür ve
yaşayışa sahip olurlarsa, bir ve beraber olurlar. Milliyet duygusunun gelişmesinde ortak değerleri
benimseme ve onlara sahip çıkma bu açıdan önemlidir. Nazizm ve faşizm'de görülen üstün ırk
anlayışı veya komünizmde ütopya olarak kalan işçi sınıfının hâkimiyetine dayalı "proletarya
diktatörlüğü" düşüncesinde, bütün bir milleti ve insanlığı kucaklayan ortak değerlerin olamayacağı
açıktır. Türk tarihinde bizi komplekse düşürecek bu tür en ufak bir örnek dahi yoktur. Aksine
Türklerde millet telâkkisi, ayırıcı değil birleştirici bir unsur olarak düşünülmüştür. Meselâ Mete, Hun
devletini kurduktan hemen sonra Çin hükümdarına yazdığı mektupta "Eli ok ve yay tutan herkes Hun
oldu" der. Eğer dar anlamda kabileci bir anlayış Türklerde olsa idi, Selçuklu devletinin hanedanı
oluşturan Kınık boyunu; Osmanlıların Kayı'yı devletlerine isim olarak seçmeleri gerekirdi.
Aksine Osmanlılarda millet kavramı yalnız Türkleri kapsamıyor, devlet içindeki tüm insanları içine
alıyordu. Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" sözü ve "Türkiye Cumhuriyetini kuranlara ve burada
yaşayanlara Türk denir" tanımlaması da, bütünleştirici bir anlayışın ifadesidir. Osmanlının bir cihan
devleti hâline geleceğini kerametiyle önceden bildiren Şeyh Edebalı'nın Osman Bey'e vasiyeti
Türklerin ne kadar ulvî bir anlayışa sahip olduklarını göstermesi açısından çok anlamlıdır;
"Ey oğul! Beğsin, bundan sonra öfke bize uysallık sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik-
yanılgı bize, hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize,
adalet sana. Kem göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana. Ey oğul bundan sonra
bölmek bize, bütünlemek sana."
Böyle bir örnek başka hiçbir millet ve devlete nasip olmamıştır. Türk devlet anlayışının temellerine
inecek olursak, Şeyh Edebalı'nın sözlerini daha iyi anlayabiliriz.
Devlet Anlayışı ve Hükümdar
Daha önce de belirttiğimiz gibi Türk devlet anlayışı cihan hâkimiyetini esas alan ilâhî kaynaklı bir
hâkimiyet esasına dayanır. Tanrı yönetme yetki ve gücünü Türk kağanına vermiştir. Kitabelerde bu
durum; "kutum var olduğu için, tanrı yarlıgadığı için özüm kağan oldu." şeklinde sık sık geçmektedir.
Tanrı, Türk'ün yeri suyu ıssız kalmasın diye kağanlık görevini tevdi etmektedir. Hâkimiyetin ilâhî
menşeli olduğu bu anlayış, İslâmî döneme girildiğinde de nispeten devam etmiştir. İslâmî dönemde
de aleme nizam verme ülküsü "gaza ve cihat" yoluyla sürdürülmüştür.
Türk devlet anlayışına göre devlet hanedanın ortak malıdır ve sonuçlarına katlanmak şartıyla hanedan
azaları taht üzerinde hak iddia edebilirler. Bu anlayış da Osmanlı tarihine kadar bütün Türk devletleri
tarafından korunmuştur. Ancak batıda olduğu gibi yönetme yetki ve kudreti babadan oğula süren ve
soy asaletine bağlı olan bir anlayışla açıklanamaz. Aksine Türklerde hükümdarlık "liyakat" ile
kazanılır. Kutadgu Bilig'de devlet yönetiminin esasları açık bir şekilde ortaya konmuştur. Buna göre
bir kişinin kağan olabilmesi için şu üç özelliğin tanrı tarafından kendisine bahşedilmesi gerekir; 1-
Kut, 2-Ülüg, 3-Yarlık.
Kut, doğrudan doğruya tanrının bir kişiye devlet yönetme güç ve yetkisini vermesidir. Zaman
içerisinde bu kavram doğrudan doğruya devletin kendisini ifade eder olmuştur. Yarlıg da umumiyetle
kut kavramı ile beraber kullanılmıştır. Kelime anlamıyla bu söz, tanrının emir ve bağışlamasını ifade
eder. Tanrının devlet yönetme yetkisini vermesi, bu görevi bahşetmesi de yeterli değildir. Bu
özelliklerin yanı sıra kağanın iyi talih ve kadere sahip olması yani ülüg'ünün de bulunması gereklidir.
Bütün bu özellikleri şahsında toplayan kağan kül yani şan ve şöhret sahibi olabilir.
Kutadgu Bilig'de devlet idaresi şahıslarla sembolize edilmektedir. Eserde Gündoğdu adlı şahıs,
hâkimiyeti yani hükümdarı; vezir Aydoğdu, devlet anlamında kut'u ve vezirin oğlu Öğdülmüş ise aklı
temsil eder. Hükümdar devlet yönetiminde Aydoğdu ve Öğdülmüş tarafından frenlenir. Aslında bu
şahıslar kağana Türk töresini hatırlatır. Çünkü Türklerde "İl gider töre kalır" felsefesi esastır. Devletin
bekası ancak töreye bağlı olmasına bağlıdır. Türk töresi üç saç ayağından oluşmaktadır; könilik,
uzluk ve tüzlük.
Könilik, adaletin karşılığı olarak kullanılır. Hükümdarın ve dolayısıyla devletin adil olması, adalet
dağıtması şarttır. Kamu vicdanının sağlanması Türk töresinin en önemli özelliğidir. Uzluk ise akıl ve
mantık demektir. Türk töresi us yani aklı ön plânda tutar. Zaten törenin kendisi de Türklerin uzun
geçmişi içerisinde akıl ve irade ile şekillenen davranış biçimlerinin kurallara bağlanmış bir ifadesidir.
Türkçemizde yer alan uzlaşma da insan ilişkilerinde veya devlet ile halk arasındaki münasebetlerde
aklı ön plâna alarak ortak bir noktada buluşmayı anlatır. Könilik ve uzluk'un tamamlayıcısı
durumunda olan tüzlük ancak adalet içerisinde uzlaşmış toplumlarda görülür. Çünkü tüzlük, eşitlik
içerisinde sağlanan nizam demektir. Türk toplum ve devlet anlayışında insanlar hak ve
yükümlülükleri bakımından eşittir. Düzen ve tüzük sözlerinin içerisinde aslında bu kavram vardır.
Asayiş ve düzen ancak, törenin gereği olan "tüzlük" ile sağlanır. Eşitlik sözü bazı dış ideolojik
akımlarda sınıf çatışmaları ve yöneten- yönetilen ya da ezen-ezilen ikilikleri üzerine kurulmuştur.
Halbuki Türk devlet anlayışı ve toplum yapılanması bu ikiliklere yabancıdır. Türk devleti sadece
kendi milleti için değil, hâkimiyetine aldığı başka milletler için de Türk töresine uygun hareket
etmiştir. Osmanlı Devleti'nin bugün üç kıt'aya yayılmış, üzerinde 35 devletin kurulduğu büyük bir
coğrafyayı ve değişik milletleri barış içerisinde, 600 yılı aşan bir süre bir arada tutmasının özünde bu
gerçek yatar.
Her şeyden evvel Türklerde kan asaletine dayanan asillik, aralarında uçurumlar bulunan kast veya
sınıflar yoktur. Türklerde millet devletin devlet de milletin hizmetindedir. Soy asaletinin yerine liyakat
esas alınmıştır. Meselâ Oğuz töresine göre 24 Oğuz boyu aynı atanın soyundan gelir. Dolayısıyla bir
boyun ötekinden asil olması mümkün değildir. Ancak Oğuz töresi ile belirlenen ve temelde liyakatını
ispat etmiş olan boylar, Oğuz yaşayışında ve teşkilâtında sivrilebilmişlerdir. Aksi olsaydı, Oğuz'un
en büyük oğlu olan ve Osmanlı devletini kuran Kayı'dan başka bir boyun devlet kuramaması
gerekirdi. Halbuki Oğuz teşkilât yapısında en küçük yani 24. boy olan Kınıklar Selçuklu devletini
kurmuşlardır.
Nasıl ki Türk devletiyle milleti arasındaki münasebetler, könilik, uzluk ve tüzlük gibi üç temel unsura
dayanan Töre ile tespit edilmişse, Eski Türk toplumunda boylar arasındaki münasebetler de ongun,
orun ve ülüş gibi yine töreye dayanan üç temel kavram ile tanzim edilmiştir. Türk sosyal hayatındaki
nizam aslında devlet anlayışına olduğu gibi aksetmektedir. Dolayısıyla bir boyun içtimaî hayattaki
yeri aynı zamanda onun devlet içerisindeki hatta askerî teşkilâttaki mevkiini de belirler. Çünkü
yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi, devlet, millet ve ordu Türklerde iç içe girmiş unsurlardır.
Hunlardan Osmanlılara uzanan büyük tarihi çizgide, Oğuzlar, bizim de içerisinde bulunduğumuz,
Batı Türklüğünün ana gövdesini oluşturmaktadır. 24 Oğuz boyundan ibaret Oğuz içtimaî teşkilâtı,
Hun, Göktürk, Uygur, Selçuklu, Osmanlı devlet ve askerî teşkilâtlanmasından örnek alınmıştır.
Oğuznamelerde edebi biçimde ifade edilen bu yapılanmada Oğuzlar iki ana gruba ayrılır; Sağ kolda
bulunan ve hâkim olan Boz-oklar (Gün, Ay ve Yıldız), sol kolda bulunan ve tâbi olan Üç-oklar (Kök,
Dağ ve Deniz). Dede Korkut Oğuzlarında İç-oğuz (Üç-ok) ve Dış-oğuz (Boz-ok) biçiminde anılan bu
ikili teşkilât Hunlarda Kuzey-Güney, Göktürklerde Doğu - Batı şeklinde yaşatılmıştır. Selçuklu ve
Osmanlılarda ise sağ ve sol Beylerbeyiliği, Anadolu ve Rumeli kadıaskerliği vb. biçimde ifade
edilmiştir. Bu ikili yapının içerisinde yer alan üç kol ve bu kollara ait dörder oğul, 24'lü sistemi
tamamlarlar. Hunlardan Osmanlılara kadar, özellikle askerî yapılanmada bu 24'lü sistem az çok
muhafaza edilmiştir.
Oğuz teşkilât yapısında her boyun mevkii, sahip olduğu ongun, orun ve ülüş ile belirlenir. Meselâ
Günhan oğullarının ongunu, yani onların sembolü şahindir. Ayrıca 24 boyun her birine ait bir damgası
bulunmaktadır. Teşkilât düzeninde her boyun nerede oturacağı yani orun'u da tespit edilmiştir.
Büyük oğulu ve hâkimiyeti temsil eden Boz-oklar toyda veya divanda sağ tarafta yer alırken, küçük
oğul durumundaki Üç-oklar solda bulunurlar.
Boylar teşkilât içinde sahip oldukları mevkiye göre, bir toy esnasında kesilen bir koyunun neresinin
kendi hisselerine düşeceğini (ülüş) dahi bilmektedirler. Hâkimiyeti elinde bulunduran kağan, koyunun
baş kısmını kendi hissesi olarak ayırırken, en büyük boy olan Kayılar, koyunun "sağ karı yağrın"ını
alır. İlk bakışta katı bir kural gibi görülen bu teşrifat, protokol kuralları, aslında tamamen "liyakat"a
dayanan bir uzlaşmanın sonucunda doğmuştur. Fatih Kanunnamesinde dahi, Osmanlılarda
uygulanacak teşrifat kuralları, Oğuzlarda olduğu gibi kesin çizgilerle tespit edilmiştir. Dede Korkut
hikâyelerinde boyların veya beylerin teşkilât içerisindeki yerlerinin nasıl tespit edildiği sarih bir
şekilde açıklanmaktadır. Bir Oğuz kahramanın Oğuz beylerinin omuzlarına basa basa ön tarafa
geçmeye çalışması üzerine ona; "Mere sen kan mı döktün, baş mı kestin, aç mı doyurdun, yalınçak
mı donattın" ki öne geçersin diye ikaz edilir. Bu ifadede bey olmanın veya protokolde yer almanın
nelere bağlı olduğu güzel bir şekilde ifade edilir.
Askerî ve İdarî Yapı
Türk devletlerinin kuruluş ve gelişmesinde etkili olan diğer bir unsur, hiç şüphesiz askerî
teşkilâtlanmadır. Tarih boyunca Türk ordusu diğer millet ve devletlerin gıpta ettiği, öykündüğü bir ordu
olmuştur. Türk askeri düşmana korku, dostuna ise büyük bir güven vermiştir. Türk ordusu hem
teşkilâtlanma hem de savaş düzeni açısından kendine has özelliklere sahip olmuştur.
Türkler askerlik alanında birçok kavim ve devleti etkilemiş, savaş gereçleri, giyim kuşam ve askerî
nizam gibi konularda pek çok yenilikler getirmişlerdir. Atı bir savaş aracı olarak da ilk kez kullanan
Türkler, bu sayede büyük bir hız ve manevra kabiliyeti elde etmişler, kısa zamanda geniş
coğrafyalara hâkim olmayı başarabilmişlerdir. Türk silâhları da ordunun hareket kabiliyetine uygun
olarak hafif ve etkili silâhlardan oluşmuştur. Özellikle Türk okları, kılıçları ve zırhları hafif fakat etkili
vasıflarıyla, Türk askerînin vazgeçilmez silâhları olmuştur. Türkler, at üzerinde hareket hâlindeyken
bile bu silahları büyük bir ustalıkla kullanabilmişlerdir. Türk silâhları çeşit ve nitelik bakımından,
zaman içerisinde gelişip çoğalmış, ancak askerî teşkilât ve savaş taktiği, temel özelliklerini, bütün
Türk devletlerinde muhafaza etmiştir.

1 .2 .3 .5 .6 .7 .8 .9 .10 .11 .12 .13 .14 .15 .16 .17 .18 .19 .20 .21 .22 .23 .24 .25 .26 .27 .28 .29 .30