1 .2 .3 .5 .6 .7 .8 .9 .10 .11 .12 .13 .14 .15 .16 .17 .18 .19 .20 .21 .22 .23 .24 .25 .26 .27 .28 .29 .30
9-CİHANGİRLİK:
TÜRKLERİN İMPARATORLUK KURMA VE
YÜCELTMESİNDEKİ ANLAYIŞ
Bir milletin devlet kurma ve bu devleti yaşatma yeteneği hiç
şüphesiz, o milletin kendisine has
değerlere sahip olmasıyla ilgilidir. Bu açıdan değerlendirildiğinde
Türkler'in tarih boyunca kurmuş
oldukları devletlerin çokluğu, Türklerin teşkilâtçı bir
millet olduklarını gösterir. Türklerin devlet kurma
ve yaşatmasındaki anlayışı izah edebilmek için Türk kültürünü,
vatan ve millet anlayışını, hâkimiyet
telâkkisini ve idarî ve askerî yapılanmasını anlamak
gereklidir.
Türk Kültürü
Bir milletin tarih boyunca meydana getirdiği maddî ve manevî
unsurların bütünü, o milletin kendine
has "değerleri"dir. Gündelik hayattan devlet hayatına
kadar bütün bir yaşayışı içine alan bu değerler
manzumesi "kültür"ün konusunu teşkil eder. Dolayısıyla,
dil, edebiyat, sanat, içtimaî ve iktisâdî
hayat vs. hep bir kültürün ortaya çıkardığı ve şekillendirdiği
veyahut bir kültürü şekillendiren ve
yaşatan unsurlardır. İlk bakışta girift görülebilen bu
izah aslında gayet basittir. Nitekim bazı
sosyologlara göre kültür; her şey unutulduktan sonra akılda
kalandır.
Yani hayatın tabiî akışı içerisinde aile ve çevreden kazanılan
âdeta şuuraltında mevcut bir davranış
biçimidir. Ferde münhasır gibi görülen bu davranış biçimi,
topluma şamil olduğu zaman "millî kültür"
adını alır. Dolayısıyla millî kültür, bir topluluğu
"millet" haline getirebilir. Fakat her kültür, her
toplumu
millet yapmaya da yetmez. Nitekim Afrika veya Avustralya'daki
ilkel kabileler, eski ve farklı bir
kültüre sahip oldukları hâlde, günümüzde dahi, millet
kavramından bihaber yaşamaktadırlar. Ancak
kendini geliştirebilen, özünü bozmadan kendini yenileyebilen
kültürler güçlü bir millet ve devlet
geleneğine sahip olabilir.
Milleti yaşayan bir varlık olarak düşünecek olursak, onu
hayatta tutan yegâne gıdanın kültür
olduğunu görürüz. İşte bu sebeple, millî kültür ile
beslenen ve mücehhez kılınan halkın "organize"
olmuş biçimine "millet" denilmektedir. Milletin oluşturduğu
yüce organizasyon ise "devlet"i ortaya
çıkarır. Bazı ilim adamları bu tanımları kültür ve
medeniyetle karşılaştırarak bir sonuca varırlar.
Onlara göre millet veya milliyet, "millî kültür"
ile "medeniyet" ise "devlet" ile irtibatlıdır.
Irk, dil, din ve
coğrafya kültür ve medeniyetin müşterek unsurlarıdır. Bu
unsurlardan birkaçına sahip olabilen
medeniyeti, kültürden ayıran en önemli husus ise, medeniyetin
"beynelmilel" olabilmesidir. Özellikle
din ve coğrafya birliğinden kaynaklanan medeniyetlerde bu durum
daha açık bir biçimde görülebilir.
Bu açıdan ele aldığımızda, medeniyet tek bir kültürden
oluşmaz. Meselâ İslâm medeniyeti Arap,
Fars ve Türk kültürlerinin bir sentezi durumundadır.
Bozkır medeniyeti olarak adlanan aynı coğrafya ve yaşayıştan
beslenen medeniyette ise aslî unsur
"Türk kültürü" olmuştur. Çünkü Türk millî kültürü,
tekamül edebilme özelliği ile Orta Asya
coğrafyasında baskın bir kültürdür ve kısa zamanda
milletleşmeden devletleşmeye
sıçrayabilmektedir.
Hâkimiyet Telâkkisi
Türklerin en erken devirlerden beri oluşturdukları devlet
anlayışı, diğer milletlerden ayrılır. "Türk Cihan
Hâkimiyeti", "Nizam-ı âlem ülküsü" gibi
anlayışlarla ifade edilen "üniversel" yani "cihanşümul"
devlet
fikrinin temelinde elbette Türklerin üzerinde bulunduğu coğrafyanın,
yaşayış ve inanç tarzının etkisi
büyüktür. Bunları bilmeden Türk milleti ve devletini izah
edebilmek, Türklerin imparatorluklar kurma
ve yaşatma başarısını anlayabilmek oldukça güçtür.
Devlet bir anlamda milletin en üst seviyede organize olmuş şeklidir
ve bu anlamıyla günümüzde
hemen her devletin yapılanması birbirine benzer. Ancak devlet
anlayışı, milletlerin tarih ve kültürü ile
doğrudan ilişkilidir. Bu sebeple Türk devlet anlayışı
kendine mahsus özelliklere sahiptir. Devleti
tanımlayan veya devletin unsurlarını oluşturan kavramlar dahi,
Türklerin köklü ve kendine has bir
devlet fikrine sahip olduklarını gösterir. Daha önce de
belirtildiği gibi Türk devletleri "cihanşümul" bir
anlayış ile oluşturulmuştur.
Yani cihana hâkim olma ve yönetme düşüncesi tarihte kurulan
Türk devletlerinin ortak hususiyetidir.
Bu düşüncenin oluşmasında elbette eski Gök Tanrı inancının
izleri görülür. Nitekim Göktürk
Kitabelerinde bu anlayış açık bir şekilde dile getirilmiştir:
Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisin arasında
kişioğlu (insanoğlu) yaratılmış ve
kişioğlunun başına babam, amcam Bumin ve İstemi kağanlar
Tanrı tarafından oturtulmuştur".
Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi, Türk kağanı ilâhî bir
menşeden yani Tanrıdan devlet kurma ve
yönetme yetkisini (kut) almaktadır. Kut sahibi kağan, dünyayı
yönetme gibi ağır bir mesuliyeti
üslenirken, insanoğlunun huzur ve refahını ön plânda tutmak
zorundadır. Dolayısıyla, batıdaki
"imperium=imparatorluk" kavramı ile Türklerdeki
devlet kavramı özünde birbirinden farklıdır. Batıda
imperium anlayışı her hâl ve şartta ceberut bir "hükmetme"
ve "kazanma" esasına dayanır. Bu
anlayış, çok uluslu bir imparatorluğun zaman içerisinde, diğer
milletleri "sömürge" olarak görmesine
yol açmıştır. Türk tarihinde ise bu anlamda hiçbir "imparatorluk"
yoktur. Çünkü Türk devletinin temel
felsefesinde, "almak" değil "vermek" esastır.
Devlet kelimesinin "saadet, huzur" anlamında
kullanılması dahi bunu gösterir. Türk devleti adalet içerisinde,
töreye bağlı olarak bütün zenginliğini
halkına dağıtır. İşte bu sebepledir ki Türklerde zengin
yani "bay" kişi, malı mülkü çok olan kişi değil,
onu halkıyla paylaşan kişidir. Bey olmanın gereği budur. Türklerin
kısa zamanda devlet kurmalarının
ve başka milletlerin de bu devlete itaat etmelerinin özünde bu
anlayış yatar.
Devleti Oluşturan Unsurlar
Günümüz devlet kavramına göre devletin oluşabilmesi için
şu unsurların bir arada bulunması
gerekmektedir; ülke, millet, siyasi hâkimiyet ve teşkilâtlanma.
Türkler en eski çağlardan beri bu
unsurları esas alan pek çok devlet kurmuş ve yaşatmıştır.
Gerek İslâm öncesi olsun, gerek İslâmî
dönemde olsun kurulan her Türk devleti birbirinin devamı
niteliğindedir. Çünkü, devletlerin adı veya
coğrafyası farklı da olsa, Türk devlet anlayışı umumî
hatlarıyla hep aynı kalmıştır.
Vatan ve Millet Anlayışı
Üzerinde yaşanılan coğrafya, milletlerin kültüründe, dolayısıyla
yaşayış ve inançlarında önemli bir
yer tutar. Ancak coğrafyayla bütünleşebilen bir millette
vatan ve devlet anlayışı gelişebilir. Günümüz
Türk dünyasını da göz önünde bulundurduğumuzda aynı
sonuca varılabilir ki, Türklerin eskiden beri
yaşadıkları topraklar, nispeten yüksek plâtolarla çevrili,
su kaynaklarına sahip, yaylak ve kışlak
alanlarının bulunduğu, uçsuz bucaksız bozkırlardır. Bu özellikleriyle
Türk coğrafyası daha çok
hayvancılığa müsait bir hayat tarzını ifade eder. Ancak
kendine ve hayvanlarına yetecek ölçüde
ziraat da yapılır. Atın bu geniş coğrafyada ayrı bir önemi
vardır. Yaylak ve kışlak hayatının
vazgeçilmez unsuru olan "konargöçer"lik, Türklere
has bir yaşayış biçimidir. Konargöçerlik, ilkel
göçebelik ile karıştırılır.
Halbuki bu tip hayat tarzında, iki menzil arasında (yaylak ve kışlak)
töre yani hukuk ile sınırları
çizilmiş bir gidip gelme söz konusudur. Yani göçebelikte
olduğu gibi herhangi bir hukuka bağlı
olmayan, gelişigüzel bir göç söz konusu değildir. Dolayısıyla
"karnının doyduğu her yeri" makbul
gören göçebelikte vatan mefhumu gelişmezken, Türk konargöçerliğinde,
yer ve sub (su) "ıduk" yani
mukaddes addedilir ve bu inanış, güçlü bir vatan anlayışını
ifade eder. Büyük oranlarda hayvan
sürülerine sahip olan Türk boyları, bir taraftan kutlu saydıkları
coğrafya ile uyum içerisinde hayatlarını
idame ettirirken, diğer yandan öteki boylar ile "töre"
gereği münasebetlerini geliştirirler. Çünkü aynı
tarz yaşayışa sahip olan boylar, gerektiğinde sürülerini
birleştirerek, tabiî afetler, kuraklık, otlak
darlığı vs. gibi durumlarda ya da düşmanlarının saldırıları
karşısında, iş birliği yapmak zorundadır. Bu
ve benzer sebepler Türk konargöçerlerini birlikte yaşamaya
tasa ve sevinçte birliğe kısacası "millet"
olma şuuruna götürür. Sınırları belirli bir coğrafya üzerinde
siyasî örgütlenmeye giden milletin ortaya
çıkardığı hükmî kişilik ise devlet olarak nitelendirilir.
Bugün yanlış olarak doğrudan doğruya milletin karşılığı
olarak kullanılan "ulus", aslında üzerinde
halkın yaşadığı belirli bir idarî taksimata ayrılmış
toprak parçasıdır. Bu anlamıyla Türkler "ulus"
veya
"uluş" sözünü, eyalet anlamında kullanmışlardır.
Ancak bu kavram dahi vatan ile milletin birbirinden
ayrılmaz olduğunu göstermektedir. Türklerin devlet için
"il" sözünü kullanması da bu anlayışı
doğrular. Göktürk, Uygur ve Karahanlı çağında il kavramı
doğrudan devlet sözünü karşılamıştır. Bu
devlet, belirli sınırları olan, üzerinde halkın yaşadığı
bir devlettir.
Teşkilât
Türkler yukarıda da belirttiğimiz gibi, en eski çağlardan
beri güçlü bir millet anlayışına sahiptir. Millet
için Göktürk Kitabelerinde "bodun" veya "budun"
ifadesi kullanılmıştır. Bodun sözü, bod veya boy
olarak günümüze kadar gelen ve insan vücudunu karşılayan
bir kelimedir. Dolayısıyla, ahenk
içerisinde birbirini tamamlayan bir işleyiş yapısına dayanan
sosyal birlik veya kabileler için de aynı
kullanılmıştır. Ancak daha çok milletin temelini teşkil
eden güçlü sosyal birlikler bodun olarak
nitelenir ve "bağımsız, illi ve kağanlı" Türk
milletini ifade eder. Göktürk Kitabelerinde, devleti kuran
boylar için Türk budun tabiri kullanılır. Bu anlamda Türgeşler,
Oğuzlar için "Türküm budunum"
denilmektedir. Dolayısıyla kitabelerde geçen Türk budun siyasî
bir birlik içerisinde yaşayan hür,
müstakil bir ve beraber olan boyları kucaklayan geniş ve gelişmiş
bir kavramdır. "Türk Sir Budun"
tabiri de bu anlamda birleşik Türk boylarını karşılar. Bir
araya gelememiş, dağınık boylara ise
kitabelerde "Tölös (Töles)" denir. Kısacası budun
veya milletin, devlet ve kağana sahip, siyasî bir
birlik oluşturmaları şarttır. Nitekim boyları ifade eden
"ok" tabiri de bu açıdan değerlendirilmelidir. On-
ok, Üç,ok, Boz-ok gibi Oğuz kollarının adında görülen
"ok", sosyal ve siyasî açıdan belirli bir birliğe
bağlı olan boy anlamına gelir. "Ok"suz olan boy, hiçbir
otoriteyi tanımayan, asi grup demektir. Bu
sebepten dolayı Türklerde ok tâbiliğin sembolüdür.
Oğuz Kağan Destanı'nda, Oğuz Han, üç küçük oğlunu
temsil eden Üç-Ok'lara sembol olarak ok, üç
büyük oğlunu temsil eden Boz-oklara ise sembol olarak yay
verir ve şöyle der; "Nasıl ki ok, yay
kendisini nereye çevirirse oraya gitmek zorunda ise, küçük oğul
da (hâkim olan) büyük oğula öyle
tâbi olmak zorundadır". Bugün Anadolu'nun bazı bölgelerinde,
düğün merasimlerine davet edilmek
üzere düğün sahibinin, yakınlarına "okuntu"
yollaması da bu anlayışın değişik bir ifadesidir.
1 .2 .3 .5 .6 .7 .8 .9 .10 .11 .12 .13 .14 .15 .16 .17 .18 .19 .20 .21 .22 .23 .24 .25 .26 .27 .28 .29 .30